Özgeçmiş
DOÇ. DR. BİLAL ÇOBAN KİMDİR?
Herşey, 1969 yılının, 13 Ocak´ında Elazığ´da başladı. Mütevazı bir Anadolu evinde dünyaya gelmişim. O sırada insanlar, dünyadaki başka gelişmelerle ilgileniyorlarmış. Örneğin; insanoğlunun Ay´a ilk ayak basması bu yıla denk gelmiş. İnsanlar bu ve benzeri olaylarla uğraşırken, benim dünyaya ayak basışıma pek aldırmamışlar (ama hata etmişler 🙂 Sadece aile içerisinde bir sevinç yaşanmış, o kadar. Harika günlermiş.
Çocukluğum, oldukça keyifli geçti denilebilir. Şimdi düşünüyorum da, annemle babam ne kadar gençlermiş o yıllarda. Hep babamın ve benden altı yaş büyük abimin yollarını beklemekle geçmiş gibi gelir o yıllarım. Her gelişlerinde bir şeyler getirecekler umuduyla yollara dalmışım. Umutlarımı da hiç boşa çıkarmadılar sağ olsunlar. Umutlu günlerdi.
İlkokula başlayana kadar, bu yol gözetlemeler devam etti. O zamanlarda servis yok tabii ki. Okula yürüyerek gidip geliyorum herkes gibi. İlkokul birinci sınıfa dair üç şeyi, hiç unutmuyorum. Birincisi, Nato yardımı ile okuldan un veriyorlar, evde her gün bir kişi ekmek yaptırıp, beslenme saatinde okula getiriyor. Sıra bana geldiğinde, daha çok küçüğüm. Un´u götürmesi bir dert, ekmeği taşıması bir başka dert. Bu olayı hiç unutmam. Çok ağırdı 🙂 ikincisi, öğretmenimizin, çok çok çok uzun tahtadan bir sopası vardı. Öğretmenimiz, masasından kalkmadan, kafamıza sopası ile vururdu. Acısını unuttuk, ama pratik zekâsını hiç unutmadım. En arka sırada oturan öğrenciye dahi yetişen uzunlukta bir sopa 🙂 Üçüncüsü, halen görüşmekten büyük keyif aldığım, okulumuzun müdürü Tahir hocaydı. Her teneffüste, beni görünce kovalardı. Ben o kadar hızlı koşmama rağmen üç beş adımda bana yetişirdi. Hep şaşardım, beni nasıl yakaladı diye. Güzel günlerdi.
Düşe kalka büyüyerek, ortaokula başladığımda, öğretmenimizin sopasını özler olduk. Çünkü hayatın bir başka yüzü ile tanışmıştık. Kısa zamanda, sağımızı, solumuzu, önümüzü, arkamızı öğrendik. Tarafsız kalamazdık. Spor dünyasının Kavramları ile o yıllarda tanıştık. Fanatik bir taraftardık artık 🙂 Koşmak, hayatın bir parçasıydı ve birileri yürürken, biz koşuyorduk. Bu koşu, 1980 yılına kadar devam etti. Büyümüştük. Acılar bizi büyütmüştü. Zor günlerdi.
Lise yıllarımız, delikanlı çağlarımız, gençlik heyecanlarımız ile doluydu. Bitmez sandığımız nice arkadaşlıklarımız oldu. Ölmez dediğimiz dostluklarımız, o günlerde daha fazla pekişti. Sporun sadece futbol olmadığını, o yıllarda öğrendik. Rahmetli Ahmet Aytar, Akdeniz Oyunlarında çeşitli defalar ülkemize birincilikler getiren bir atletimizdi ve antrenörlük yapıyordu. Beden Eğitimi Bölümlerinin varlığını dayımın beden eğitimi öğretmeni olmasından bilirdim. Ama rahmetli Aytar´ın da katkısı ile Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümünü kazandım. Liseden beden eğitimi öğretmenim olan Mansur Onay, Gazi Üniversitesinde öğretim elamanıydı. Çok büyük emekleri oldu bana. Daha sonra Fırat üniversitesi Rektörü olacak olan Prof. Dr. Eyüp İsbir hoca, o yıllarda bölüm başkanımızdı. Onun da çok büyük desteğini gördüm. Allah yollarını açık etsin hepsinin de. Keyifli günlerdi.
Ankara maceramız başlamıştı.
Anadolu´nun bir şehrinden, başkent Ankara´ya gelmiştim. Sevginin, dostluğun, kardeşliğin, paylaşmanın, vb tüm kavramların yeniden şekillendiği bir şehirdi. Tüm hayatımı, her zaman olumlu olarak etkileyecek olan Ankara her zaman özel anılarını hafızalarımda saklayacak imkanlar sunmuştur bana. Hep söylenirdi; “Gazili olmak ayrıcalıktır” diye. Bu ayrıcalığı meslek yaşantım boyunca hep hissettim. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler. Muhteşem zamanlardı.
Giresun´un Espiye ilçesine ilk defa öğretmen olarak atandığımda, ilçe sakinleri eşofmanlı bir öğretmen hiç görmemişlerdi 🙂 Halk oyunları ekibi çıkartmıştım ilçede. Ama davul çalacak birisini bulamadım. Artık tüm ilçe beni tanıyordu. Çünkü eşofmanlı Öğretmen aynı zamanda davul da çalıyordu. Daha sonra Hakkın Rahmetine kavuşan Gökhan Saraç ve Vedat Ali Tok, en iyi iki arkadaşımdı. Tiyatro ekibi kurduk beraber. “İbişin Rüyası” adlı tiyatro eserinde ´baba´ rolünde başrol bile oynadım. Öğretmen, tiyatroda da oyuncuydu. Espiye İmam Hatip Lisesinde görev yapıyordum ve okulun müzik öğretmeni yoktu. Koroyu çalıştırdım. Öğretmen koro yönetiyordu. Öğretmeliği seviyordum. Tam zamanında evlendim. Yoksa Espiye ilçesinden hiç çıkamayacaktım 🙂 Unutulmaz zamanlardı.
Dönüşüm Fırat Üniversitesine oldu. Araştırma Görevlisi olarak göreve başladığımda, diğer akademik görevlerden farkını bilmiyordum. Ama çabuk öğrendim. Bir şeyi daha öğrendim; Baba acısını. Her zaman değerini bildim babamın. Ama yine de keşkeleri oluyor insanın. Üniversiteye girdiğime çok sevinmiş, gurur duymuştu. Keşke, daha uzun yaşasaydı demekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden. Ölüm, O´na hiç yakışmadı. Allah rahmet eylesin. Acılı zamanlardı.
Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Eyüp İSBİR hocamın tez danışmanlığını yürüttüğü ve ilk defa Mahalli İdareler kavramı ile tanıştığım tez ile sonuçlanan Yüksek Lisans´ın arkasından, Ankara´ya, en sevdiğim şehire bir kez daha kavuştum. Doktora macerası başlamıştı. Doktora eğitimim 4 yıl sürdü. Prof. Dr. Azmi YETİM, Eyüp hocamın açmış olduğu yoldan yürümemi tercih etti ve Doktora alanını, Mahalli İdareler, Halkın Belediyelerden Beklentileri alanını belirledi. 2002 yılına kadar Ankara maceram devam etti. Hatıralar canlandı, dostluklar tazelendi, bakış açıları değişti. Güzel zamanlardı.
Yrd. Doç olarak Fırat Üniversitesine geri geldiğimde, sorumluluklar da artmıştı. Makale yazım işleri ile uğraşmak, 10´a yakın ulusal ders kitabı yayın hayatına kazandırırken, öğrencilerle ilgilenmek, özel hayatı ikinci plana itmişti. Yurt içi yurt dışı çeşitli ve sayısız makalelerim yayınlandı. Zevkli zamanlardı.
Doçent unvanı alana kadar bilim hayatı devam etti ve “Hazar Stratejik Araştırmalar Merkezi” adı ile bir dernek kurduk ve başkanlığına getirildim. Şehirimizin problemlerine ilişkin sayısız projeler yaptık ve birçok projenin hayata geçirilmesinden büyük haz aldık. Problemi konuşmak yerine, çözüme odaklanmak ve geleceği planlamak, umutlarımızı taze tutuyordu. Şehirimizi bir kez daha sevmek için, artık daha çok bahanemiz vardı.
Ve…
Hayat maceramız, halen devam etmekte.
Son hızla 🙂