Yazıları

Bende Sığar İki Cihan; Ben bu Cihana Sığmazam

Karamanoğlu Mehmet Bey, Türk dili ve kültür birliğinin sağlamasında önemli bir adım olan; Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda, Türk dilinden başka dil kullanmaya” fermanını 1277 yılında vermişti. Bu ferman, 19 yıldır “Hazar Şiir Akşamları” organizasyonu ile, medeniyetin önemini bilen bir avuç fedakar insan tarafından, Elazığ İlinde diri tutulmaya çalışılmaktadır. “Fırat Şiir Akşamları” olarak başlayan etkinlik kabına sığamamış ve Hazara dökülerek, bazen göl olmanın sızısını yüreklerde hissettirmiş, bazen de deniz olmanın sevincini ve gururunu, “söz ustaları” aracılığı ile “ortak bir dilde” seslendirme fırsatı bulmuştur.

 

Şiirin tarihi çok eskidir. “Dede Korkut”un destanlarında bugün bile anlamını yitirmemiş şiirlerden tutun da, vatanseverlik, hümanistlik veya aşk temalı gazeller, rubailer veya kasidelerin günümüze kadar gelen milyonlarca örnekleri vardır. Bu şiirlerin zenginliği ve şiirde Türkçenin kullanılması, Türk Edebiyatını güçlü kılmış ve günümüzde “Türk dil birliğinin” oluşmasında önemli adımlar olmuştur.

 

Şiir, geçmişten bugüne yapmış olduğu yolculukta bazen “araç” olurken, bazen de daha kalıcı bir egemenlik sağlamak adına “amaç” olmuştur. Ama her iki halde de, “ahlaki bir görev” üstlenmiş, bazen duygulara hitap ederek kendisine hayranlar oluşturmuş, bazen toplumsal faydaları ince bir dil kullanarak ön plana çıkartarak, “toprakları vatan yapmak” görevini yüzyıllarca sonraki nesillere taşımak görevini üstlenmiştir. Estetikten, güzellikten ve ahlak anlayışından taviz vermeden oluşumunu devam ettiren şiir, bazen özgürlüğe bir “türkü” olmuş, bazen ananın yüreğine ağıt, kimi zaman da geleceğe “umut” olmuştur. Şiir, kimilerinin dilinde “aşk” ile özdeşleşirken, kimilerinin yüreğindeki toplumsal kaygılarda hal” olmuştur.

 

Şiir toplumsal bir olgu olur da, İslam dini bu fenomeni görmezden gelebilir mi? Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde şairlerden ve şiirden bahsedilir. Hedefi olmayan şiirlerden, heyecanının etkisi altında kalan ve kendi söylediğine inanmayan şairlerden olumsuz olarak bahseder. Peygamber Efendimize “şair” denilmesine şiddetle karşı çıkan Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’a iman edenler, iyi işler yapanlar, Allah`ı çok zikredenler, zulüm ve sitem karşısında duranların” şiirine açık kapı bırakmıştır. Peygamber Efendimizin “bazı şiirler hikmettir” hadis-i şerifi, İslam’ın şiire ve içeriğine ilişkin bakış açısını ifade etmektedir.

 

İki cihana sığmayan Nesimi olmasaydı, bugün insanın hayali ile ilhamı arasında sıkışıp kalırdı medeniyet. İlham denilen o büyük “hikmet” olmasaydı, kendisi yerde, hayali gökte olamayacaktı insanoğlunun. Uzayda uçamayacaktı veya evreni bir mısra şiire sığdıramayacaktı. İlhamın kanatları kırık olmaz. O, Allah’ın insanlara verdiği bir nimettir. Şairlerin şöhreti, kıskandırsa da bizleri, acılarını hiç kimse yüreğinde hissetmek istemezdi. Hiç biriniz yaşarken ölümü göze alamazdı. Leyla’ya şiirler söyleyerek saf saf gezinemezdi hiçbiriniz. Sen nehri kıyısında açlıktan ölmeyi istemezdiniz kimse. Derinizin yüzülmesini bırak, yüzünüzün gerilmesini kaldıramazdınız. Kim darağacında sallanmak isteyebilir ki? Hiç biriniz yaşarken ölemezdiniz “O’nun” gidişinin ardından.

 

Bir insanın biri şair, biri insan ömrü olmak üzere iki ömrünün olduğunu hiç biriniz bilmezdiniz yaşarken. Bir insan kaderi, bir şair kaderi olabileceğini bilmeden ölmeyi kim ister ki? Bir ömrü, ötekine kurban verebilir miydiniz örneğin? Bir sözün, bir çift gözün, bir hilal kaşın, bir ay yüzlünün peşinden koşabilir miydiniz yıllarca? Halkın özgürlüğünü haykırırken diliniz, yüreğiniz ölüme meydan okuyabilir miydi? “Sürgün edilmek, tutuklanmak, ölmek, yüreklerde yaşamak şairlerin kaderidir” diyebilir miydiniz? Bir meşe ağacının yaprağına bakıp, orada Allah’ı görebilir miydiniz mesela? Bir taşa bakıp, insanı hayal edebilir miydiniz?

 

Bir menekşenin kokusunda “sevgiliyi, duruşunda” boynu bükük bir kızı” görebilir miydiniz? Kendi ölümünüzü büyük bir iştahla kaleme alabilir miydiniz? “Gün gelir Atilla İlhan ölür” diyerek yüreğinizin derinliklerinde çağlayan pınarı “Hazar”a dönüştürebilir miydiniz? Kaderinizin sadece yazmak olduğunu bilerek, sözünüzü şiire, yüreğinizi gazele, içinizdeki sesi kaleme düşürebilir miydiniz? Kaleminizle, yüreğinizle, Hakkın yanında, halkın yanında, bozulan değerlerin karşısında göğsünüzü siper, dilinizi “ok, yüreğinizi “kalkan” edebilir miydiniz? Hem kendi kaderini, hem halkın kaderini kim yaşayabilir? Karacaoğlan aşk ile yoğrulurken, Veysel toprakla dost olurken, Köroğlu narasıyla beyleri yere çökertirken, bir an için akıllarından gelecek kaygısı geçirdiler mi acaba bizler gibi? Mecnun o çölü kendisine vatan edende, bir an için vazgeçmeyi düşündü mü?

 

Sizler, bizler, bu soruların cevaplarını içimizde düşlerken, o ruhlar, o asil ruhlar, “Hazar`ın anlam bulutu etrafında toplanmış, Türk Dünyasına birlik ve beraberlik bahşetmişlerdir. O gün adı “Fırat” olan şiir, bugün “Hazar” olan deryaya, “Hazar Şiir Akşamlarına” dönüşmüştür. Seyirci ilgisinden şikayetçi olan Sayın Valimizin sitemine katılmakla birlikte, şiirin kolay anlaşılmayacak bir ruhunun olduğunu, o gün şiir yazarken kendi kaderi yerine, şair kaderi oluşturanlar ile, bugün şiire destek veren ve şiiri büyük bir coğrafyanın ana dili olduğunu hatırlatan günümüz kahramanları arasında bir farkın olmadığını hatırlatmak isterim. O gün onlar aşılamamıştı, bugün buradakiler. O gün onlar kendi kaderlerini terk ederek toplumun kaderini, şair kaderini yaşadılar, bugün buradakiler. O gün onlar anlaşılamıyordu, bugün buradakiler. O gün onlar sitem etti şiirlerinde, gazellerinde, sözlerinde, bu gün buradakiler. Ama sonuç olarak, bu gün o yaşayanlar hiç unutulmadılar, bugün bu coşkuyu Hazara” dönüştürme gayreti içerisinde olanlar hiç unutulmayacaklar. Tarih, hepinizi not ediyor. Gün gelecek, kalabalıklar arkanızdan şiirler okuyacaklar. Yüreklerinden süzülen duaları, gittiğiniz yerlerde duyacaksınız.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu