İki Ülke iki Savaş
Genel Kurmay Başkanımızın Dağlıca baskını sonrası şehit edilen 8 askerimiz için düzenlenen tören esnasında ağlamayı bir türlü içime sindiremedim…
Olayın “insani” yönünü kast etmiyorum. Zira Türk askerimiz er seviyesinden, Genel Kurmay Başkanı seviyesine kadar her düzeyde insancıldır, duygusaldır, vatanseverdir… Yine de askerimizin en tepesindeki komutanın ağlamasını kaldıramadım işte. “Devlet, kararlı olmalı; vatandaş, hazır olmalı ve Amerika Birleşik Devletleri izin vermeli.” dediği için ağlamasını içime sindiremedim Sayın Genel Kurmay Başkanımızın.
Dağlıca, Türkiye sınırları içinde değil mi?
Evet, yapılan saldırılar, bu kutsal vatan toprağının her noktasını hedefine oturtmuştur…
Peki, bu saldırılar nereden yapılıyor?
Irak’ın kuzeyinden…
Bu bölge kimin kontrolünde?
İşgalci olarak Irak’ta bulunan ve Irak’ın kuzeyini Kürt bölgesi olarak ilan eden Amerika Birleşik Devletlerinin…
Peki sesimiz çıkıyor mu?
Hayır, hep beraber ağlıyoruz… Sessizce ağlıyoruz… Analar ağlıyor, babalar ağlıyor, eşler çocuklar ağlıyor, sevgililer ağlıyor, vatandaş ağlıyor… Her şehit haberinde “memleket” ağlıyor…
Peki bu kadar gözyaşı dökmek yetmez mi?
Yeter!..
O zaman Genel Kurmay Başkanı ağlamasın! Gerekeni yapsın!
Belli ki bu kan durmayacak. Barzani’den Zana’dan medet ummayı bırakın! Açılım muhabbeti, huzur yerine acı, keder ve gözyaşı getirdi. Behoz Erdal, Ankara’da iyi niyet havarisi kesilen herkesi ağır bir dille suçladıktan sonra “Bu kadar yok etme saldırısı ortadayken kim ateşkesten ya da silah bırakmadan söz edebilir?” sözleriyle tehditlerini sürdürdü! Demek ki ne taviz verirseniz verin, gözyaşına çözüm olmayacak! Her halükârda pkk’nın bir kısmı silah bırakmayacak…
“Uludere” olayından sonra Türk Hava Kuvvetlerimiz Irak’ın kuzeyine ne bir uçuş ne bir sorti yapmış. İnsansız hava uçaklarının bütün uçuşları durdurulmuş… Tabi ki bu olayı fırsat bilen eli kanlı teröristler, kanlı ellerini sallaya sallaya sınırlarımızı geçmişler. Hem de 500 kişi…
… Sonuç …
Her gün şehit, her gün yaralı, her gün sakat kalan gaziler…
Gece yarısı baskınlar yapılan, hain tuzaklar kurulan, askerinin yoluna mayınlar döşenen, sokak ortasında ensesinden infaz edilen, evinde çocuğunun yanında sırtından vurulan, çocuğundan Genel Kurmay Başkanına kadar ağlayan bizden başka bir ülke daha var mıdır acaba dünyada?
Bence yok!
Ama buna rağmen, her şeye rağmen “tık” da yok…
… Suriye…
Hatırlayacağınız gibi, henüz daha birkaç yıl önce kardeş ilan ettiğimiz ve ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yaparak pozlar verdiğimiz bir ülke vardı. Suriye…
Karasularını ihlal ettiğimiz gerekçesiyle ile bu ülke, keşif uçağımızı düşürdü… Bir Türk uçağı ilk defa mı o ülkenin hava sahasını ihlal etti? Hayır, ve belki de yılda onlarca kez benzer durumla karşılaşıldı ve hiç birinde Suriye uçağımızı düşürmeye kalkmamıştı! Uluslararası sömürgeci güçler, uzun zamandır Suriye’ye bahar gelsin diye uğraşıyorlardı. Türkiye de bu belirsizliğin içinde cılız sesler çıkartarak iç savaşın tırmanmasını endişe ile izliyor ve Ortadoğu ülkeleri dışındaki sömürgeci aktörlerin ısrarı ile savaşın içine çekilmeye çalışılıyordu. Nihayet Suriye’nin uçağımızı düşürmesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkiler, farklı bir boyut kazandı. Türkiye, Suriye’ye nota verdi ve bu nota, Suriye’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na yazılı hâlde iletildi. Türkiye, Şam’a verdiği son mesajda ”Özür ve tazminat hakkımız saklı. Saldırıyı kınıyoruz!” ifadelerine yer verdi.
… Sular hızla ısınmaya başladı…
Başbakan Erdoğan; askeri uçağın Suriye tarafından düşürülmesi konusunu CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, MHP lideri Devlet Bahçeli ve BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak ile görüştü.
Dış İşleri Bakanı Davutoğlu, “Uçağımızın görev tanımı uluslararası radar sistemimizin test edilmesidir, herhangi bir Suriye misyonu yoktur. Bütün sahillerimizde ulusal güvenliğimizi ilgilendiren uçuşlar yapılır. Uçağımız solo uçuş yaptı. Eğer herhangi başka bir gündem olsaydı tek başına gönderilmezdi, ki uçağımız silahsızdır. Yine riskli bir göreve gönderilse uçağımızı silah donanımdan arındırmazdık.” diye uluslar arası kamuoyuna açıklamalarda bulundu.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türk askerî uçağının Suriye tarafından düşürülmesiyle ile ilgili olarak açıklama yaptı ve “En sert şekilde kınıyoruz. ABD, Esad rejimini sorumlu tutmak konusunda Türkiye ve müttefiklerle birlikte hareket edecek.” dedi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Willam Hague, Türk askeri uçağının düşürülmesini kınadı ve bu ölçüsüz eylemin, Suriye rejiminin ne kadar ileri gittiğini gösterdiğini belirterek Suriye’nin bu davranışından sorumlu tutulacağını ve ülkesinin BM Güvenlik Konseyi’nde güçlü bir eyleme destek vermeye hazır olduğunu kaydetti.
Diğer batılı ülkelerin de benzer yönde açıklamaları oldu.
Ancak Rusya ve Çin gibi büyük devletlerin, Suriye yanında yer aldığı ve belki de düşürülen uçağımızın Rus silahları ile yapıldığı unutulmamalıdır. Yani bu iş, Suriye ile Türkiye arasında bir mesele değildir! Suriye içinde çıkartılan iç savaş, büyük bir bloklaşmaya ve bir dış savaşa dönüşüyor. Bir tarafta Suriye, Rusya, İran ve Çin diğer tarafta Türkiye’yi savaşın ortasına itmek isteyen, Suriye içinde rejim muhalifleri ile ittifak kuran güçler. Salı günü NATO 4. maddesinin işletilmesi ile konu,üçüncü boyuta geçmiş olacak.
Biz mi uluslar arası kamuoyunu arkamıza aldık, onlar mı bizi hedefe doğru ittiler, belli değil…
… Alın size iki ülke, iki savaş…
Biri yıllardır kanayan yaramız Irak, diğeri düne kadar kankamız olan Suriye!
Suriye ile aramızda savaş çıkar mı diye sorarsanız “Her günümüzün ‘savaş olacak’ baskısı altında geçmesinden bıktık!” derim.
“Sıfır sorun” politikasından, “her an herkes ile savaş” politikasına evrilmiş olduk…
Medyamızın manşetleri ürkütücü. ‘Suriye Jetimizi düşürdü!’, ‘Bedelini ödeyecekler!’, ‘Zorlama Suriye!’
Bugüne kadar ABD girdiği her savaşı kaybetti. Onun için Suriye ile sıcak temastan kaçınmakta ve Türkiye üzerinden emellerine ulaşmayı hedeflemektedir. Bir taş ile iki kuş vurmayı ve İslam coğrafyasında mezhep eksenli bir bölünmeyi istemektedir.
Türkiye, ABD ve İsrail’in kurmuş olduğu bu komplonun içine düşmemeli ve küresel başrol görevini mümkün olduğunca ötelemelidir. Başta biz olmak üzere, bütün İslam ülkeleri bu savaştan zarar görecek, emperyalistler salyalarını akıtarak bölgede yeni yandaşlar bulacaklardır.
Acaba Akdeniz’in o tertemiz sularına kan bulaştırmak isteyenler, Türkiye’yi Irak üzerinden gönderdikleri eli kanlı terör örgütü eylemleri ile tehdit mi ediyorlar?
Savaş çığırtkanlığı yapanlar, Irak üzerinden gelen yılların tehdidinde niye sustular?
Pkk tarafından yıllardır kaçırılan esir askerlerimiz Irak tarafında tutuluyor. Niye Türkiye askerlerini kurtarmak için savaş moduna bir türlü giremedi?
Dedim ya, “sıfır sorun politikası” sona erdi. “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasından zaten vazgeçilmişti.
Bari siz söyleyin…
Siz hangi ülke ile savaşmamızı emir buyurursunuz?