Yöneticilerin, içinde yaşadıkları toplumun yaşam kalitesini yükseltmek adına ekonomik hayata, çevresel değerlere ve en önemlisi sosyal statü gelişimine destek vermesi şüphesiz sosyal sorumluluğun vazgeçilmezlerindendir.
Kurum ve kuruluşlar açısından sosyal sorumluluk, mevcudiyetlerinin devamı için destek aldıkları toplumun yaşam kalitesini iyileştirmek, ekonomik, çevresel, sosyal ve kültürel gelişimine destek vermek ve bu desteği sürekli kılmaktır.
“Hiç kimsenin olan herkesin, herkesin olan hiç kimsenindir.” genellemesi çerçevesinde dağları, ovaları, ırmakları, gölleri, denizleri veya tarihî eserleri ortak kullanım alanı olarak sayabiliriz. Bunlar “hiç kimsenin” olmadığı için “herkesin” malı ve ortak değerleridir.
Devlet, toplumun bu ortak değerlerini korumak zorunda olduğu gibi bireyler, kurum ya da kuruluşlar da “herkesin” olan değerlere sahip çıkmak ve bunlara sürdürülebilir destek vermek zorundadır. Tarihî, kültürel ya da dinî mekanlar da herkesin koruyup kollayarak gelecek nesillere aktarması gereken ortak mallardır.
Elazığımızda da “herkesin” olan ortak kullanım alanları mevcuttur: Harput Kalesi, türbeler, camiler… Hiç kimsenin olmayan, ama herkesin olan bu ortak kullanım alanlarının bakım ve onarımları ile ilgili pek çok şey söylenebilir, ancak bu yazımda mesaj vermek istediğim farklı bir konu var:
Geçen akşam Harput’a gitmiştik ve kale manzaralı bir mekanda, dostlarımızla birlikte günün yorgunluğunu gideriyorduk. Karşımızda Harput Kalesi duruyordu, ama sadece ufka düşen izinden kale olduğu anlaşılıyordu!
Melül, mahzun ve yalnızdı…
Zirvesindeki ay yıldızlı bayrağımız, hüzünle ama yine de içimizi aydınlatarak dalgalanıyordu. İçinde kırık dökük bir hüzün barındıran, her taşında nice kahramanlık hikayeleri olan Harput Kalesi, maalesef karanlıklara terk edilmişti…
Yemek, boğazıma düğümlendi.
“Harput ve sevdamız Elazığ, karanlıklara gömülmemeli.” diye düşündüm.
Kişisel olarak sosyal sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalışıyoruz elbette. En azından sadece eleştirmiyor, çözüm de üretmeye çalışıyoruz. Ama devlet, kurum ya da kuruluşların hem sorumlulukları hem de güçleri kişilerden daha fazla. “Böyle karanlıkta bekleyen ve aydınlatılması gereken kaç mekan vardır ilimizde?” diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Karanlıklara terk edilmiş ve aydınlığa kavuşmayı bekleyen birkaç tarihî yapı, birkaç cami, türbe… Bunların aydınlatmasını elbette devletimiz yapar. Yapıyor da zaten.
Elektrik hizmetleri özelleşmeden önce devletin bir kurumu aydınlatır, diğer kurumu bedelini öderdi. Sonuçta yapan da ödemenin yapıldığı yer de devletin kendi kurumuydu Ancak özelleştirme ile birlikte halkın ortak kullanım alanı olan yerlerin aydınlatılmasının ücretsiz yapılmasını sağlayacak tedbirlerin alınmamış olduğu anlaşılıyor.
Bu bir hata…
Kent aydınlatması çok geniş bir alandır. Yollar, köprüler, tüneller, parklar, bahçeler, spor tesisleri, kamu yapıları, kenti temsil eden önemli ticari yapılar, alışveriş merkezleri, tarihi eserler, anıtlar, heykeller, meydanlar ve daha sayamadığım bir çok mekan ve mekansal yapıların aydınlatması, kent aydınlatmasının olmazsa olmazlarındandır.
İyi bir kent aydınlatması, maddi – manevi güzelliklerin ve estetik duyguların ön plana çıkmasını sağlar. Kentin sahip olduğu tarihî ve kültürel değerlerin aydınlatılması, canlı ve büyülü bir atmosfer oluşturur; kentte yaşayanların veya kente gelenlerin ilgisini çekerek yaşama sevinçlerini artırır. Turizme katkısı, tartışmasız çok fazladır. Doğru teknikler ile aydınlatılmış mekanlar, gündüz görüntülerine oranla çok daha gizemli ve çok daha ilgi çekici yerler hâline dönüştürülebilir. Tabi kaba saba bir aydınlatma, şehrin estetiğini öldürebilir de…
Projektörleri, uzaktan, mekanlara yansıtarak yapılan aydınlatmalar yerine, yapının formuna, detaylarına, mimari karakteristiğine uygun aydınlatma teknikleri tercih edilmelidir. Işığın görkemi yapının yüzey elamanlarının tamamına yansıtılmalıdır ki göze hoş gelen, duygulara hitap eden, çevreye rahatsızlık vermeyen, estetik bir görünüm ve büyülü bir atmosfer oluşturulabilsin.
Elazığ’da sıklıkla kullanılan projektörler ile aydınlatma, gelişi güzel kullanılmamalı ve daha profesyonel aydınlatma çalışmaları yapılmalıdır. Aydınlatma işi, büyüklerimizin işi… En doğru ve en profesyonel şekilde yapacaklardır.
Biz konumuza dönelim.
“Hiç kimsenin olan herkesin, herkesin olan hiç kimsenindir.” genellemesine giren mekanların aydınlatma işini kim yapacak ve faturalarını kim ödeyecek?
Elbette devletimiz. Bundan şüphe yok.
Ama devlet, özelleştirmeler ile çeşitli kuruluşlara elektrik işini devretmiş durumda. Belirli konularda anlaşmaları vardır elbette. Ama bu “herkesin” olan mekanların aydınlatılması konusunda anlaşma yaptıklarını düşünmüyorum!
Daha spesifik olan “Elazığ’daki tarihî ve kültürel mekanların aydınlatılması” konusuna dönelim.
İlimizde aydınlatılmaya muhtaç yirmi tane eser yoktur bile. Bu mekanların aydınlatılması konusunda, Elazığ’ın elektrik ihalesini alan “Aksa Elektrik”e önemli bir sosyal sorumluluk düşmektedir.
Elazığ halkı, kaçak elektrik kullanımında, son sıralarda yer alan bir ildir. Elazığ halkı bu sorumluluğunu yerine getirirken AKSA yetkililerine buradan önemli bir çağrıda bulunmak istiyorum:
“Elazığ genelinde belirleyeceğiniz “23 mekanın aydınlatması” sisteminin profesyonelce yapılmasını ve aydınlatma ücretinin tarafınızca ödenmesini hemşehrilerimiz adına talep ediyoruz. Sosyal olarak bu sorumluluğunuzu bir an önce yerine getirmeniz durumunda, şehrin tarihî-kültürel değerlerine ve şehir estetiğine katkı sağlamış olacaksınız. Diğer illerdeki kaçak elektrik kullanım ücretleri de dahil olmak üzere, faturalarını zamanında ödeyen Elazığ halkı, sizden kurumsal olarak bu konudaki sosyal sorumluğunuzu bir an önce yerine getirmenizi talep etmektedir. Çağrımıza olumlu cevap vermeniz, yaşanabilir bir kent olmamıza az da olsa katkı sağlayacaktır.”
Elazığ, karanlıklara terk edilmemesi gereken bir “il”dir ve gün, aydınlığa çıkma günüdür…
Unutmadan, Elazığspor’umuz Süper Lig’e çıktı. Acaba stadyumun aydınlatılması konusunda da sosyal bir sorumluluk üstlenilemez mi?
Haydi AKSA, ne yapabileceğinizi görelim…