Ermeni Diasporasında Bir Elazığlı
Osmanlı Devleti ve dönemin diğer devletlerinin uyguladığı “yer değiştirme politikası”, Ermeni ve Türk düşmanı devletler tarafından ”Ermeni Soykırımı” olarak adlandırılmış ve günümüze kadar hızını giderek arttırarak gelen bir kara propagandaya dönüştürülmüştür.
Tarih boyunca göç ettirilen ve sürgün edilmeyi gelenek olarak kabul eden Ermeniler, Osmanlıyı arkadan hançerleyenlere karşı Osmanlının, kayıtsız kalmamasını nedense bir türlü içlerine sindirememişlerdir. Dünyanın hemen hemen bütün ülkeleri, Afrika ülkelerinde ve Balkanlarda yapılan çeşitli soykırımlara seyirci kalırken, Osmanlının yapmak zorunda olduğu bu “yer değiştirme” politikasına karşı çıkmışlardır.
Hemşehrimiz Prof. Dr. Ramazan Demir, 2009’da Palme Yayınevinden yayınladığı “Ermeni İsyanı ve Harput Ermenileri: Ararat – Gakgoş Diyaloğu” adlı kitabında Ermenilerin ideallerini incelemiş, bu ideallerin “kin ve nefret üzerine oturtulan siyasi ideolojiler” olduğunu ifade ederek Anadolu’da açılan yabancı kolejler ve misyoner okullarında yetiştirilen Ermeni komitacıların isyan hareketlerine katılış biçimlerini ayrıntılı olarak ele almıştır. Ermenilerin yapmış olduğu katliamlar ve Müslüman halkımızın çekmiş olduğu zulümler üzerinde duran Demir, 1915 yılında yaşanan yer değiştirme uygulaması ile Ermenilerin çektiği sıkıntılara, hastalık ve salgın neticesinde uğradıkları kayıplara uzun uzun yer vermiştir. Aynı zamanda Ermeni Diasporası’nın her yıl “24 Nisan”da kutlanmasının gerekçesinin “yer değişikliği” değil, 24 Nisan 1915 tarihinin “İstanbul’daki Ermeni çetecilerin ve bu çetelerin liderlerinin tutuklandığı gün” olduğunu ifade etmiştir. Bu kitapta konular, bilimsel veriler ışığı altında ele alınmıştır. (Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.)
“Büyük Ermenistan” hayallerine kapılan Ermenilerin, Doğu Anadolu’da “Batı Ermenistan Devleti” kurma girişimleri, Anadolu’nun savunmasız olduğu I. Dünya Savaşı yıllarına denk gelmiştir. Osmanlı ordusunda görevli olan Ermeni asıllı askerler, Ruslarla işbirliği yaparak savaşın en zor sahnelerinde ordumuzu arkadan vurmuş ve ordumuza ihanet ederek isyan hareketlerine destek vermiştir. Böylece, demografik yapının değiştirilmesi amacıyla Müslüman tebaa üzerinde yoğun bir baskı ve şiddet uygulanmış ve sivil halk, toplu katliamlara maruz kalmıştır. Bu durum karşısında sivil halkın korunması ve cephe arkasının emniyete alınması önem arz etmiştir. Osmanlı, bölgede nükseden milliyetçilik duygusunun, Ermenilerin hayatlarını tehdit edeceği endişesiyle tehcir, “zorunlu göç”, uygulanmasının kararını almıştır. Osmanlı, bu zor kararı vermeden önce konuyu birkaç kez kendi tartışmış ve kararı uygulamayı sürekli ertelemiştir. Ancak Ermeni çeteleri, isyanı bırakmayıp Anadolu’da yaşayan halkımıza katliamlara varacak eylemlerini devam ettirmiştir. Üstüne üstlük Hınçak ve Taşnak cemiyetleri, Mondros’a ve Wilson İlkelerine dayanarak doğuda bir devlet kurmayı amaçlamış ve bunun için girişimlerde bulunmuşlardır. Bu çerçevede tehcir kanununu hayata geçiren Osmanlıya karşı Ermeni Diasporası, devlet kurmaya yaklaşmış bir durumdan, zoraki göç ettirilmiş olunmasını bir türlü hazmedememiş, kin ve nefret tohumlarını yıllarca saklamadan, gizlemeden, utanmadan bugünlere kadar taşımıştır.
Batı Emperyalizminin Türkiye üzerindeki emelleri, herkes tarafından bilinmektedir. Batılı güçlerin, Ermenilerin bu kin ve nefret duygusunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları kendileri için legal bir davranıştır. Çünkü o dönemde de Ermeni vatandaşları isyana hazırlayan ve merkezi hükümete karşı kışkırtan yine aynı güçlerdi. Bugün “Hepimiz Ermeniyiz!” diye bağıranlar da “Özür” kampanyaları düzenleyen sözde aydınlarımız da bilmeden veya farkında olmadan aynı amaca hizmet etmektedir. “Bilmeden ve farkında olmadan” cümlesini, özellikle ifade ediyorum ve aksini düşünmek bile istemiyorum. Türk milletinin her türlü kutsal ve milli değerlerine saldırmayı kendilerine görev sayan bu grupların bir amacı da Ermenilerin katlettikleri Türk – Kürt vatandaşların haklarını korumak olsaydı, kendilerini yıllardır bu millete yutturdukları gibi “aydın” olma kimliğini biz de kendilerine seve seve verirdik. Siz yine de bu “aydın”ım diye geçinenlerin söylemlerini “bir nebze dikkate alın” derim. Ne diyorlardı: “Hepimiz Ermeniyiz!”. (Kendimi, konuya fazla kaptırdım. Konumuza dönelim.)
Fransa’da “Ermeni meselesi” çok tartışılan bir mevzudur. Diaspora, burada çok hızlı işlemektedir. Buna rağmen, orada bizden yana olan tarihçiler de var. 143 tarihçi bir araya gelerek “Ermeni konusunun bir soykırım olmadığını” içeren bir bildiri yayınladı. Paris’te sunulan bu bildiriyi “imzacı özürcülerin” görmemesi normal de; Fransa’ya kulis yapmaya giden heyetler neden görmedi, bilmiyorum! Adı ve imzası belli olan bu tarihçilerle sayın yetkililerimiz, neden bir akşam yemeğinde bir araya gelip konuyu herkesin duyacağı şekilde bir kez daha ifade etmediler? Tarihi gerçeklere sığınmaktan başka çaremiz mi var? Anadolu’daki, Kafkaslardaki ve Azerbaycan’daki soykırımları tarihçiler en ince ayrıntısıyla araştırmalı ve bu konuda organizatör ülke Türkiye Cumhuriyeti olmalıdır.
Dokuz yüz yıl boyunca aynı coğrafyada Türkler ile kardeşçe yaşamış Ermenilerin, Osmanlıya nasıl ihanet ettikleri neden dünyanın sayılı tarihçileri aracılığıyla haykırılmıyor? Neden arşivlerimizi yıllardır açmak yerine, soykırımı kabul eden ülkeler ile savaşmayı tercih ediyoruz? Bu nasıl bir mantık? Her ülkeden davet edilecek üç beş tarihçi ile kurulacak uluslar arası bir tarih grubu, meseleyi derinlemesine inceleyebilir. Araştırmalar sonucunda hüzün çıkacak, acılar gün yüzünde belirecek, çaresizlikler bir kez daha gözler önüne serilecek. Ama en azından konuyu, günün şartlarında değerlendirecek tarihçiler. Bugün bakınca göremediklerimiz ifade edilecek. Dünya kamuoyuna sunulacak bilgilerle lobi çalışmaları başlatılacak ve bugün soykırımı kabul eden ülkeler, gün gelecek “Soykırım Yoktur.” diyecekler. Ama biz, sürekli savunmadayız. Soykırımı kabul eden her ülke ile birkaç ay didişiyoruz, sonra hiç bir şey olmamış gibi ilişkilerimize devam ediyoruz. Septik bir durum!
Bugün hala ülkemizde yaşayan Ermenilere bakış açımızda bir sıkıntı mı var? Garo Mafyan, Der Daron mutlu değiller miydi Türkiye’de olmaktan? Sade Ermeni vatandaşları ile ne problemimiz olabilir ki? Ermenilerin tehcir edilmesine kadar 122 bin, sonrasında ise 530 bin Müslüman’ın Ermeni çeteler tarafından katledilmiş olmasını kim nasıl izah edebilir? Yakılan köyler ve köylüler, yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan insanlarımızın hesaplarını kim verecek?
Emperyal güçlerin maşası olan Ermeniler ve işbirlikçi Batı Emperyalist güçler, inşallah bir gün gelir ve iyi komşuluk ilişkileri ile yetinmek zorunda olduklarını; “Büyük Ermenistan Projesi”nin, diasporanın bir söylemi olmaktan öteye gidemeyeceğini anlarlar. (Yine kaptırdım kendimi konunun derinliklerine. Asıl konumuza dönelim.)
“Ermeni Diasporasında Bir Elazığlı” demiştim.
Nikola Sarkozy’nin kuyruk acısını artık herkes biliyor. Bu konuya değinmeyeceğim. Ancak yardımcısı ve danışmanı Milletvekili Patrik Deveciyan’ın kim olduğunun bilinmesi, bu yazının amacını oluşturmaktadır.
Patrik Deveciyan kimdir?
Deveciyan, Fransa’da 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanınmasını sağlayan yasanın mimarı ve en ateşli destekleyicisidir. Sarkozy, amacına ulaşıp tekrar Cumhurbaşkanı seçilirse Deveciyan, başbakan adayı olacaktır. Fransa için bu kadar önemli olan bu kişi, Türk diplomatlara düzenlenen suikastın sanıklarının avukatı olarak tanınmaktadır. Yıllarca ASALA terör örgütünün avukatlığını yapan bu zat-ı muhterem(!), bugün de Ermenilerin meclis içerisindeki avukatlığını devam ettirmektedir.
Makalenin başlığından da anladığınız gibi Patrik Deveciyan, Elazığlı bir ailenin oğludur. Dedesi Karekin Deveciyan, Osmanlı bürokratlarından. O dönemde İstanbul Balıkhanesinin müdürü. Patrik Deveciyan’ın babası Ronald Deveciyan, Fransa’ya burslu olarak okumak için gidiyor. Ama gidişi, kötü bir döneme denk geliyor ve pasaportuna “Türkiye`ye dönüşü yasaktır.” damgası vuruluyor. O tarihten sonra bir daha İstanbul’a dönemiyor.
Fransız vatandaşı olmayı reddeden Ronald Deveciyan, “vatansız” olarak ölüyor. Patrick Deveciyan, kendi web sitesinde bu konuyu anlatırken, ailesi tarafından bir Anadolu insanı gibi yetiştirildiğinden bahsediyor. En son seksenli yıllarda teyzesinin cenazesi için Türkiye’ye gelen Patrik Deveciyan, bugünlerde Fransa’daki Ermeni Diasporasının sözcüsü ve temsilcisi konumundadır.
Sizlere, iki kişiden bahsettim. Birisi “vatansız” olarak ölmüş bir babanın oğlu olan ve Ermeni Diasporasının Fransa’daki Ermeni lobisinin en ateşli tetikçisi, geleceğin Fransa Başbakanı Patrik Deveciyan, diğeri de Hemşehrimiz Prof. Dr. Ramazan DEMİR. İkisinin de ortak özelliği Elazığlı olmaları.
Bu makaleye bir son söz bulmak için çok düşündüm. Ve gündüz tamamını yazdığım makalenin son satırını yazmak akşam saatlerine nasip oldu:
“Bu topraklar it de doğurur, yiğit de.”