Hüseyin Vay…
Allah (C.C)’ın ay’ı, günü ve yılı yoktur; ancak Allah (C.C)’ın rahmetine ermenin fırsata dönüştüğü bir gündür, Muharrem Ayının 10. günü. Bu ayın, diğer aylardan daha üstün olduğundan söz edilecekse Aşure Gününün diğer günlerden daha mübarek ve bereketli olduğundan başlamak gerekir söze.
“Fecr” sûresinin ikinci ayetinde adı geçen, “On geceye yemin olsun.” ifadesinde, Muharrem Ayının, Aşure Gününü kapsayan on günü kastedilmektedir. “Aşure”, Arapça’da “onuncu gün” anlamına gelmektedir. O günlerde, on Peygambere on değişik ihsan ikram edilmiştir. Hz Musa (a.s.), kendisine başedilen mucizeyle denizi ikiye yararak Firavun’u denize gömmüştür. Hz. Nuh (a.s.), gemisini Aşure Günü Cudi dağında demirlemiş; Hz. Yunus (a.s.), balığın karnından o gün kurtulmuş; Hz. Adem (a.s.)’ın tövbesi o gün kabul olunmuş, Hz. Yusuf (a.s.), kardeşini o gün kuyudan çıkartmıştır. Hz. Davut (a.s.)’un tövbesinin kabulü, Hz. İsmail (a.s.)’in doğumu, Hz. Yusuf (a.s.)’un gözlerinin görmesi, Hz. İsa (as.)’nın dünyaya gelmesi ve göğe çekilmesi, Hz. Eyyub (a.s.)’ün şifa bulması hep bu güne denk gelmiştir.
Ama Muharrem ayı gelince, yüreğimi garip bir şekilde, Hz. Hüseyin’in acısı sarmalar. Muharrem Ayının Aşure Günü, Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hüseyin’in, iman ve İslam dini uğruna şehit edildiği gündür.
Takvim 10 Ekim 680’i gösterdiğinde Hz. İmam Hüseyin ve 72 yoldaşı, görünürde Müslüman olan, ama gerçekte dinsiz, imansız ve zalimlerin zalimi olan Muaviye’nin oğlu Yezid’in emri ile 22 bin kişilik bir ordu tarafından zulümle şehit edildiler. Çölde açan çiçekler gibi birer birer şehit düştü Hz. Hüseyin’in askerleri. Onu önce atından düşürdüler, sonra mübarek başını acımasız bir kılıç darbesiyle gövdesinden ayırdılar. Peygamber Efendimizin öpüp koklamaya kıyamadığı o gül goncasının başını, Kufe sokaklarında, Şam sokaklarında dolaştırdılar. Vah, Hüseyin vah! Kimler kıydı o mübarek başına, kim kopardı peygamberimizin en sevdiği çiçeği? Kimler düşürdü kalplerimize bu kor yangını? Ah, Hüseyin ah! Bu matemi, kimler reva gördü seni sevenlere? Dünyadan gelip geçmiş bir buçuk milyara yakın Müslüman nüfusun tamamı, Hz. Peygamberi ve ehl-i beytini canıgönülden sevmekte ve onların çektikleri bu acıların yüreğe düşürdüğü kor için o gününü oruç ve matem içinde geçirmektedir.
Vay, Hüseyin vay! Senin için bugünleri oruçlu, aç susuz, matem içinde geçirmek de yeterli değildir. Seni ve yârenlerini susuz bırakarak kerbela çöllerinde, içimizi dağlayan ve zalimliğin en unutulmazını hafızalarımıza, kanımıza, canımıza yazan Yezid ve ona tabi olanlara olan kin, nefret ve öfkemiz içimizdeki ateşi körüklemektedir. Ah, Hüseyin ah!
Muaviye’nin oğlu Yezid’e baş eğmeyen, biat etmeyen Hz. Hüseyin. Vay, Hüsyün vay! Sen ki; her biat isteyenin önünde diz çökülmemesi gerektiğini kanınla, canınla öğrettin bize. Hak ile batılın, adalet ile zulmün mücadelesini sensizlikle mi öğrenmeliydik ey Hüseyin? Senin yerinde Yezid olsaydı atının üzerinde bir an için sendelemeden durabilir miydi, zulme göğüs gerebilir miydi sen gibi? Bir an için bile ölüm korkusunu hissetmeden zalimler karşısında durabilir miydik hiç birimiz?
Zulmün ve zalimin karşısında eğilmeyen başın, Kufe sokaklarında aşağılık bir şekilde gezdirilirken etrafına verdiğin mesaj neydi? Kufelilere, senden sonrakilere, bizlere, gelecek nesillere “Cihadın en üstünü, zülümkâr buyruk sahibine karşı gerçeği söylemektir.” diye mi haykırıyorsun? Şer ordusuna karşı “hayır” demeni anlayabildik mi sence? Vay, Hüseyin vay! İslam yolundaki adalet uğruna mücadelende malından, canından, arkadaşlarından, ailenden vazgeçtin. Tarihin sayfaları karıştırıldığında, mücadelene örnek bir olaya daha rastlanamaz. Yenenin değil, yenilenin galip geldiği bir olay var mıdır tarihte? Bu duruşun, insanlığa, haksızlık karşısında “hayır” demeyi öğretti Ah Hüseyin. Dünyada zulüm oldukça unutulmayacaksın, önemin kaybolmayacak can Hüseyin. Gövdemiz, gövdene can olacak.
Kerbela Olayı; hüzünlerin, kederin, fedakarlığın, ayrılıkların, ölmenin, ayrılığın, Allah aşkının, kurban olmanın, parçalanan yüreklerin, dağlanan ciğerlerin simgesidir bizim için. Ama aynı zamanda onurun, şerefin, gururun, bükülmez bileklerin, eğilmez başların, yenilmez yiğitlerin, sevginin, yaşamın, yaşamanın, birliğin, ahlakın, adaletin, imanın, sevdanın, saymakla bitmeyecek binlerce olumlu değerin adıdır. Haksızlığa karşı direncin yürekler burkan ismidir. Vay, Hüseyin vay!
Kerbele katliamından, çok daha büyük katliamlar yaşandı tarih boyunca. Örneğin, Haçlı Seferlerini yaşadı İslam coğrafyası. Binlerce bebeği, kadını, çocuğu, genci, yaşlıyı katlettiler. Su yerine, kan aktı dereler. Ama bunların hiçbirisi Kerbela gibi anılmadı, yüreklere yara olmadı. Bin dört yüz yıldır içimize, bu kadar buruk bir yara salmadı hiçbirisi. Hiçbirisi kafamızda yüzlerce soru bırakmadı. “Her gün Aşure, her yer Kerbela” demişti ya İmam Cafer Sadık, kafamızda cevap arayan sorulara ne demeliyiz, vay Hüseyin?
Ne desek, hangi çığlıkla haykırsak azdır bu olayda. Sesimiz, zalimin gücünü bastıramaz. Ama Hüseyin’imin eğilmeyen başın, bizlere şu mesajı verir: “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.”
Ruhun şad olun Hüseyinim.